Ben Aco'yu Ken ise Pykos'u alarak yola çıkmıştık. Tüm adamları öldüğü içinde bizim yaptığımızdan haberleri olmayacaktı kimsenin. Hemen gemiye gidip yolculuğa çıkmalıydık. Ancak Pykos'un yaraları ağır gözüküyordu. İlk doktor mu yoksa yolculuk mu tabiki doktor. Onu bu halde yolculuğa götüremezdik. "Hey Ken sen doktora git ben Aco ile beklerim" gemide demiştim. Onlar doktora gitmiş ben ise uyanma ihtimaline karşılık Aco'nun başında bekliyordum. Onlar gelene kadar bir sorun çıkmaması çok iyiydi. Şimdi yolculuğa çıkma zamanı. "Bir küveti deniz suyuyla doldurup Aco'yu içine koy" demişti Ken. "Voii ne zamandır bana emir verir oldun? Böyle tavırlar sadece beni sinirlendirir" dedim. Daha sonra ise sakinleşerek "Gel bana yardım et o zaman" dedim. Küveti deniz suyuyla doldurduk beraber. Bundan sonra yolculuğumuz sorunsuz geçecekti büyük ihtimalle.
Kuveti suyla doldurduktan sonra, açık havada çalışıyordu. Nihayet dizginlemişlerdi Aco'yu. Tek yapması gereken beklemekken, sanki zaman aleyhine işliyordu. Saatler durmuş gibiydi, dalgalar yok olmuştu. Hedefe varamayacaktı sanki hiç. Isınma hareketleriyle başladı. Gerinme hareketleriyle devam etti. 30 dakika kadar çalıştıktan sonra yere yüz üstü uzanıp şınav çekmeye başladı. Diğer kas geliştirici hareketler takip etti bunu. Yaklaşık 2 saat çalıştıktan sonra duş almaya gitti. 30 dakika kendini suyun altına bıraktı. Duş almayı bitirdikten sonra içeriyi kontrol etti. Aco'nun kaçamayacak durumda olduğundan emin oldugunda yatmaya gitmeye hazırlandı...
Yavaş yavaş kendime gelmeye başlamış gibi hissediyordum. Kafamın ağrısı hafifliyordu sanki. Ya da bilmiyorum belkide bana öyle geliyordu. Ama bir şey açıktı, artık kendimi daha iyi hissediyordum. Hafiften ellerimi falan oynatmaya başladım. Vücudum sanki uyuşmuş gibiydi özellikle de bacaklarım. Birde ağzımı leş gibi hissediyordum. Böyle yapış yapıştı. Bu histen nefret ediyordum. Vücudum tüm bu arbadeden sonra yorgun düşmüştü. Her yerimde bir kusur bulabiliyordum. Galiba en iyisi bir şeyler yemek olacaktı. Hem ağzımın o yapış yapışlığı gider hemde vücudum o yorgunluğunu az da olsa atardı. Acaba bir şeyler var mıdır burada ? Etrafa bakındım ve kimseye özellikle seslenmeden öyle ortaya ''Burada yenecek bir şeyler var mı ? Kendimi ceset gibi hissediyorum. '' dedim. Biraz fazla sesli konuşmuştum. Belkide benim olduğum yerlere yakın değildirler. Biraz bağırırsam daha iyi olur diye düşünmüştüm. Birilerinin beni duymasını ve burada sevdiğim birkaç yemeğin olmasını umdum.
Ken ile beraber küveti suyla doldurduktan sonra Ken içeri geçmiş çalışmaya başlamıştı. Ben ise biraz başında durup daha sonra ise antremana başlayacaktım. Çünkü uyandıktan sonra buradan çıkabilecek gücü olup olmadığını görmek istiyordum. Kısa bir süre geçmeden halsiz bir şekilde sayıklamaya başlamıştı. "Lütfen beni onlara vermeyin" diyordu. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum ancak umursamıyordum. Şu an için önemli olan karargaha varıp eğitim almaktı. Böylece daha güçlü olabilirdim. Aco buradan da çıkamayacak gibi duruyor. O zaman ben de yemek yiyip çalışmaya başlayabilirim. Mutfağa gittiğimde Pykos'un yemek istediğini duymuştum. Kendime yemek hazırlarken ona da atıştıracak bir şeyler hazırlamıştım. Bu onun yanına gidip muhabbet etmek için iyi bir bahane olabilirdi.
Atıştırmalıkları hazırladıktan sonra beraber yemek için Pykos'un yanına gittim. Bu onu hem sevindirir hem de bugünkü yaptığı başarısızlığı unutturabilirdi. Hem de biraz kaynaşmış olabilirdik. Ancak ona karşı güvenim hala tam olarak oluşmamıştı. Tamam Aco'nun adamı olmadığı belliydi ancak karargaha varana kadar da hükümetin adamı olmadığını bilemezdim. Kapıdan içeriye girip "Sana bir şeyler hazırladım. Bir şeyler yemek istediğini duydum" dedim. Daha sonra içeriye geçerek yanına oturdum. Hazırladığım yemeği ona uzatırken "Şimdi biraz daha iyi misin?" dedim. Hemen ardından ise "Bugün neredeyse sorunsuz geçti üzülme. Karagaha vardığımızda zaten eminim bizi ödüllendireceklerdir. Hem sen olmasan bunu başaramazdık" dedim. Her ne kadar biraz yalan söylesem de.